29 Kasım 2012 Perşembe

GİDİŞ 3


Olmuyor,
Yazılmıyor da!
Bu kaçıncı silişim kelimeleri,
Bu kaçıncı sinirlenişim.
Olmuyor işte,
Sen gittin,
Sustu kelimeler.

GİDİŞ 2


Usul usul uzaklaşıyorum,
Senden.
Bir de sendekilerden.
Arada dönüp bakmıyorum değil.
Ne kadar gidebilirim?
Şimdilik belli değil.
Senden gidebiliyorum şimdilik
Sendekilerden değil...

KALABALIK'A DAİR


Ben kalabalıklardaki yalnızım.
Kendi kendime arkadaşlığım.
Çok da zor gelmiyor insana
Yazıyorum iki satır şiir.
Geçip gidiyor...

SEKİZ'E DAİR


Saat gelemedi sekize,
Yedi ellide takıldı.
Elbet,
Bir bildiği vardır yelkovanın.
Eminim.
Belki benim gibi
Yatık sekizleri
Beklemektedir.
Kimbilir...

REALİST MARTI


Kim sorti yapacak simide şimdi,
Öncesinde de uçmak gerek.
İşin yoksa kanat çırp,
Rüzgarı hisset göğsünde.
Yüksel alabildiğine limandan,
Deniz kokusuyla doldur ciğerlerini,
Çat çat ses gelsin kanatlarından.
Puştun biri fırlatsın simidi
Sen yakalamak için takla at,
Öksürtsün susamlar.
Biftek attınız da burun mu kıvırdık
Mundar iki balıkla dişlenmiş simide
Ömrümüzü yatırdık!
Bir de demezler mi
Ne kadar özgür şu martılar!

ÇOCUK


Bak, görüyor musun?
Şu saçları güneş çocuğu.
Nasıl da güzel gözleri.
Lakin,
Kim bilir kaçıncı iç çekişi,
Yüreğine kaçıncı kar yağışı.
Sorsak, kimbilir
Mutluluğu,
Gofret çıtırtısı...

15 Kasım 2012 Perşembe

SAKİ


İzahsız ve izansız günler,
Çaresizliğime şahit olmakta.
İnandıramıyorum, sırf bu yüzden,
Mecalsizim.
Depresif hecelerim eğreti kelimelere,
Ezik cümlelere dönüşmekte,
Natamam şiirler bitmeyi beklemekte.

Kesif bir küf kokusu,
Islak ve ıssız düşlerimden yayılan.
Resimler solmuş renkleriyle,
Iskartaya çıkmış ruhuma benzemekte.
Lakinler ve velevkilerle,
Isıtmaya çalışıyorum gönlümü.
Yakında diyerek avutuyor ve
Oldubittiye getiriyorum yokluğunu.
Rakı içmeye çağırıyorum kendimi,
Unutmuşluğum var tadını.
Madem çağırdım, bekle saki geliyorum.

14 Kasım 2012 Çarşamba

GÜLÇİN'E...



Günlerden sabah buğusu,
Geçmiş salıdan kalan.
Gözlerimi açıyorum,
Geriniyorum ve
Göğüs geriyorum yeni güne.
Gök gürültüyle ağlıyor,
Gözlerini kaçırdığın güne.
Girift bir yalnızlık baş ucumda,
Gittiğin yerden gülümsemekte.
Garip, hem de çok garip.
Geldiğini görüyorum ya pencereden,
Gökler gözyaşlarını silmekte...

12 Kasım 2012 Pazartesi

JING JANG

Hileli bir para duruyor,
Benim ve senin parmak uçlarında.
Bir yanında senin resmin var,
Benim resmimse diğer tarafta.
Hangimiz elini çekerse çeksin,
Hep karanlıkta kalacak birimiz.

1 Kasım 2012 Perşembe

YAZILMAMIŞ ŞİİRE DAİR

Bir gün,
Hiç kimsenin beklemediği,
Bir şiir yazacağım.
Dizeceğim heceleri boy boy,
Sütun sütun, hece hece.
Kelimeler omuzlarından,
Dalga dalga dökülecek.
Yazdıkça dağıtacak,
Dağıttıkça toplayacağım,
Yıldızları saçlarından.
Öyle bir yazacağım ki,
Vay be,
Herif ne yazmış diyecekler.
Lakin kimseler
Senin gibi okuyamayacak.

ÇİÇEK ve ARIYA DAİR

Yalancı baharlar kandırır çiçekleri.
Açarlar tomurcuk tomurcuk,
Sonraları bir arı gelir,
Dokunur kalbinin tam ortasına.
Canı yanar çiçeğin, lakin
Eksilmez, arı alıp gidiyor diye bir parçasını,
Yerine yenisini koyar çiçek.
Ne de olsa bahar gelmiştir,
Sonra başka bir arı daha gelir,
Bir parça koparır çiçeğin göğsünden.
Canı yanar, hem de biraz daha fazla.
Yerine yine yenisini koyar çiçek.
Acele etmeli, çünkü meyveye durma zamanıdır.
Sonra bir kar yağar, ölür çiçek.
Yalancı bahar hem arıları,
Hem de kışı kandırmıştır.

31 Ekim 2012 Çarşamba

YALNIZ

Salaş bir Rum meyhanesinin,
Dört kişilik tahta masasında,
Gençlikten kalma anılarımla,
Demlenmekteyiz karşılıklı.
Eskimişliğim eşlik etmekte,
Yan sandalyede, sessizce.
Şimdi farkediyorum, ben
Koloçhita tadında yaşamışım.
Kabağı fazla mı kaçmış ne,
Dimitri Usta, sen bilirsin beni.
Bu masada oturanlardan
Hangisi benim.

11 Eylül 2012 Salı

SEVDA

Çay gibi olmalı sevda,
Tutundukça elini,
Yudumladıkça içini ısıtmalı.
Elvedası bile,
Dipte kalan şeker gibi,
Tatlı olmalı.
Sevda dediğin,
"Çaylar benden" olmalı...

13 Ocak 2012 Cuma

Kolaj



İçimde ölen biri var.
Yaşamak isterken delicesine.
Üşüyorum. Üstüm başım pis, sakallarım pas içinde.
Kederli bir akşam içmişim sarhoşum, hepsi bu.
Yalnızım, yalnızlığım beni dinlemekte.
Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan yalnızlık.
İler tutar bir yanı yok.
Ve sen yine yoksun.
İşin aslı, umurumda bile değil.
Sadece sesin kulaklarımda kurşun gibi patlıyor.
Yalanda olsa mutluyum ya bu bana yetiyor.
Varsın canımı yaksın yine yalnızlık.
Yıkar mı sandın beni bu yalancı ayrılık.
Kaybetsem bile her şeyi,
Bir bebek özleminde seni aramak gibi
Mülteci isteklerim oldu biliyorsun.
Ama ben derdimi kimseye söyleyemedim.
Beni düşünme su akar yatağını bulur.
Lakin bu aşkın nüshası rüzgarlarda, aslı bende kalacak.

Cambaz



Çok şey istemiyordu aslında. Küçük şeylerden de mutlu olabilirdi. Beklentileri de bu yöndeydi, eylemleri de. Pazar günlerini iple çekiyordu. Herkesin aksine erken kalkıyor, sadece kendine ait olduğunu hissettiği bir kaç yüz dakikalık zaman diliminde mutlu olmaya çalışıyordu. Aslında pek bir şey de yapmıyordu. Bazen müzik dinliyordu, bazen bir film seyrediyordu. O kadar çok müzik dinleyip film seyretmişti ki artık onlar da zevk vermiyordu.  Anlaşılmıyordu.  Ne hayalleri, ne istekleri. Hiç birinin hiç kimse için bir önemi yoktu. Zaten önemi olsun da istemiyordu. Hayatına farklı anlamlar yüklemek gibi bir kaygısı olmadığı için böyle düşünüyordu. Tek istediği çocukluğundan beri hayalini kurduğu şeye sahip olmaktı. Esasında dışarıdan bakıldığında sahipti. Ama değildi. Yalnızdı. Hem de çok yalnız. Kocaman yalnızdı. Hatta eşek yüküyle yalnızdı. Deli gibi yalnızdı. Yalnız kalmak isteyecek kadar yalnızdı. Anlatamazdı.
Dışına doğru gülüyor, dışına doğru eğleniyor,  içe doğru ağlıyor, içine doğru kırılıyordu. İçi yalnızdı. Yalnızlığına ağlıyordu, yalnızlığı da ona ağlıyordu. Keyif almıyordu yaşamından, yaşadığından ve yaşattıklarından. Mutlu yaşanmışlıkların kırıntılarını hatırlarak avutuyordu hayallerini. Duygularına mastürbasyon yaptırıyordu.  Yalnızlığın kalabalığına karışıyordu. Çoğu zaman hayalleriyle karşılaşıyordu kalabalık yalnızlıkların içinde yürürken. Ama artık sıkça olmuyordu bu. Eskiden olsa hayallerine çarpmadan yürüyemezdi. Fakat hemen tanıyıveriyordu hayallerini. Hiç yaşlanmamış olmalarına şaşırıyordu. Sonra şaşırmaktan vazgeçiyordu, vazgeçiriliyordu. Kendi yetiştirdiğine hiç şaşırır mıydı insan?
Sonra ne mi oluyordu? Hiç. Hiçbir şey olmuyordu. Hiç bir şey olmayacak kadar çok hiç bir şey olmuyordu. Ama olsun istiyordu. Hiç bir şey olmasa bile, bir intihar mektubunun sonundaki virgül olsun, okunduğunda devamı varmış gibi görünsün istiyordu. Ama o bile olmuyordu.
(,)

12 Ocak 2012 Perşembe

Motor



- Burak!
- Söyle Anastasya!
- Neden hep ben bedel ödüyorum?
- Tahsildar olmak daha mı iyi?
- Yoo. Ezildiğimi hissediyorum sadece.
- Bu normal değil mi sence?
- Neden normal olsun ki?
- İşinden dolayı.
- Burak!

11 Ocak 2012 Çarşamba

Kerrat Cetveli


Omuzların taşıyamaz demiştim sana,
Sen hiç buralı bile olmamıştın.
Üç hece beş satırlık bir sevdaydı benimki,
Sen sondaki üç noktaydın.
...

Canının kenarında bakıyordum sana,
Sen ise hepten oralı olmuştun.
İki santim yedi milimlik bir tutkuydu benimki,
Sen ortadaki tek noktaydın.
2.7

10 Ocak 2012 Salı

Siyatik




Ansızın doğruldu, baktı gökyüzüne,
Parçalı bulutlu bir yorgunluk dizlerinde,
Bir aşkı sıkıyordu avuç içinde.
Yüreği mecazi küfürlere gebe.
Asıl hikayesini söyleyecek,
Az Sonra'dan az önce...

Masaüstü Yayıncılık




- Burak!
- Söyle Anastasya!
- Ayaklarım ağrıyordu ya.
- Evet.
- Masaj yaptırdım. Artık ağrımıyor.
- Bence ondan değil.
- Neden öyleyse?
- Ruhunu masada bırakmışsın.

5 Ocak 2012 Perşembe

Zamansızlık Göstergeci



Zamanın akışında ikileme düştüğün oldu mu hiç? Sanki hiç geçmiyormuş gibi göründüğü halde çabuk geçtiğini farketmediğin, farkına vardığında da ürperdiğin anlardan bahsediyorum. Şöyle bir şey bu. Sanki herşey birdenbire donuyor. Sadece sen hareketlisin. Seni duymuyorlar, görmüyorlar, tepki vermiyorlar. Aralarında öylece kalakalıyorsun. Zamanın durduğunu hatta senin tarafından durdurulduğunu sanıyorsun. Gerçekte ise akrebi bozulmuş ama yelkovanı çalışan bir zamansızlık göstergecinin tam üstündesin. Yelkovanın üstünde oturmuş, akrebin üstünde olanları seyrediyor ve zamanın durduğunu sanıyorsun. Bunu bilmediğin veya kabullenemediğin için farklı olduğunu, üstün olduğunu, hükmedebileceğini, hatta hükmettiğini düşünüyorsun. Lakin bu sadece süregiden anormalliğin içinde sergilenen normal bir davranışın, anormal görünmesi. Ben merkezli düşünce yapımızda oluşturduğun normal olanın sen oduğun sanrısı. Düşünsene, ya o donup kalanlar seni görüyor ve duyuyorsa. Hareketli olduğun için sen anormalsen. İşte zamanın hatta zamansızlığın ikilemi burada ortaya çıkıyor. Bir yandan hayatı ıskaladığını, hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını, son geminin kalktığını düşünüyor, kendini karamsarlığa, boş vermişliğe itiyorsun, bir yandan da arası açılmış, bağı kopmuş, ritmi bozulmuş yaşam anları arasında gidip geliyor, birbirine bağlamaya çalışıyorsun. Tehlikeli olan bu ikilemin uzun süre devam etmesi. Eskiler bu durum için şöyle demiş. "iki cami arasında kalan beynamaz gibisin, hangi camiye gitsem diye düşünürken namazı kaçırıyorsun"
    Çinliler, bahçelerinde akıp giden suyun içine farklı şekillerde taşlar yerleştirerek su sesini akustik bir hale getirirlermiş. Böylece akan suyun çıkardığı ses gürültüden melodiye dönüşürmüş. Kişisel fikrim herkesin kendine şu soruyu sorması ve dürüstçe cevaplaması: Zamanı akışına mı bırakmalıyım, ya da içine yerleştirdiğim taşlarla sesini dinlenir hale mi getirmeliyim? "Bu sorunun cevabında neden dürüstlük arıyorsun. Elbette ikinci seçenek" dediğinizi duyar gibiyim. Fakat bu, zamansızlık göstergecinde bozuk akrebin üstünde duran insanları, yelkovana davet etmekten başka birşey değil. Asıl beceri saati tamir edebilmek...

4 Ocak 2012 Çarşamba

Operasyon



- Burak!
- Söyle Anastasya.
- Yaşlılığımı gençliğimle takas edeceğim.
- Nasıl olabilemeyecek o?
- Kaşlarımı kaldırtıp, silikon taktıracağım.
- Daha basit bir yolu var gibi.
- Nasıl?
- Ruhuna botoks yaptır.
- Tüm vücudum gençleşir mi o zaman?
- Satın alanlara sormalısın.