Çok şey istemiyordu aslında. Küçük şeylerden de mutlu
olabilirdi. Beklentileri de bu yöndeydi, eylemleri de. Pazar günlerini iple
çekiyordu. Herkesin aksine erken kalkıyor, sadece kendine ait olduğunu
hissettiği bir kaç yüz dakikalık zaman diliminde mutlu olmaya çalışıyordu. Aslında
pek bir şey de yapmıyordu. Bazen müzik dinliyordu, bazen bir film seyrediyordu.
O kadar çok müzik dinleyip film seyretmişti ki artık onlar da zevk vermiyordu. Anlaşılmıyordu. Ne hayalleri, ne istekleri. Hiç birinin hiç
kimse için bir önemi yoktu. Zaten önemi olsun da istemiyordu. Hayatına farklı
anlamlar yüklemek gibi bir kaygısı olmadığı için böyle düşünüyordu. Tek
istediği çocukluğundan beri hayalini kurduğu şeye sahip olmaktı. Esasında
dışarıdan bakıldığında sahipti. Ama değildi. Yalnızdı. Hem de çok yalnız.
Kocaman yalnızdı. Hatta eşek yüküyle yalnızdı. Deli gibi yalnızdı. Yalnız
kalmak isteyecek kadar yalnızdı. Anlatamazdı.
Dışına doğru gülüyor, dışına doğru eğleniyor, içe doğru ağlıyor, içine doğru kırılıyordu. İçi
yalnızdı. Yalnızlığına ağlıyordu, yalnızlığı da ona ağlıyordu. Keyif almıyordu
yaşamından, yaşadığından ve yaşattıklarından. Mutlu yaşanmışlıkların
kırıntılarını hatırlarak avutuyordu hayallerini. Duygularına mastürbasyon yaptırıyordu.
Yalnızlığın kalabalığına karışıyordu. Çoğu
zaman hayalleriyle karşılaşıyordu kalabalık yalnızlıkların içinde yürürken. Ama
artık sıkça olmuyordu bu. Eskiden olsa hayallerine çarpmadan yürüyemezdi. Fakat
hemen tanıyıveriyordu hayallerini. Hiç yaşlanmamış olmalarına şaşırıyordu. Sonra
şaşırmaktan vazgeçiyordu, vazgeçiriliyordu. Kendi yetiştirdiğine hiç şaşırır
mıydı insan?
Sonra ne mi oluyordu? Hiç. Hiçbir şey olmuyordu. Hiç bir şey
olmayacak kadar çok hiç bir şey olmuyordu. Ama olsun istiyordu. Hiç bir şey
olmasa bile, bir intihar mektubunun sonundaki virgül olsun, okunduğunda devamı
varmış gibi görünsün istiyordu. Ama o bile olmuyordu.
(,)
ağlatacan la bizi...yalnızlığın çaresizliği ancak bu kadar güzel anlatılır...harikaaa
YanıtlaSil