Zamanın akışında ikileme düştüğün oldu mu hiç? Sanki hiç
geçmiyormuş gibi göründüğü halde çabuk geçtiğini farketmediğin, farkına vardığında
da ürperdiğin anlardan bahsediyorum. Şöyle bir şey bu. Sanki herşey birdenbire donuyor. Sadece sen hareketlisin. Seni duymuyorlar, görmüyorlar, tepki vermiyorlar.
Aralarında öylece kalakalıyorsun. Zamanın durduğunu hatta senin tarafından durdurulduğunu sanıyorsun. Gerçekte ise akrebi bozulmuş
ama yelkovanı çalışan bir zamansızlık göstergecinin tam üstündesin. Yelkovanın
üstünde oturmuş, akrebin üstünde olanları seyrediyor ve zamanın durduğunu
sanıyorsun. Bunu bilmediğin veya kabullenemediğin için farklı olduğunu, üstün olduğunu, hükmedebileceğini, hatta
hükmettiğini düşünüyorsun. Lakin bu sadece süregiden anormalliğin içinde sergilenen normal bir davranışın, anormal görünmesi. Ben merkezli düşünce yapımızda
oluşturduğun normal olanın sen oduğun sanrısı. Düşünsene, ya o donup
kalanlar seni görüyor ve duyuyorsa. Hareketli olduğun için sen anormalsen. İşte
zamanın hatta zamansızlığın ikilemi burada ortaya çıkıyor. Bir yandan hayatı
ıskaladığını, hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını, son geminin kalktığını
düşünüyor, kendini karamsarlığa, boş vermişliğe itiyorsun, bir yandan da arası
açılmış, bağı kopmuş, ritmi bozulmuş yaşam anları arasında gidip geliyor,
birbirine bağlamaya çalışıyorsun. Tehlikeli olan bu ikilemin uzun süre devam
etmesi. Eskiler bu durum için şöyle demiş. "iki cami arasında kalan
beynamaz gibisin, hangi camiye gitsem diye düşünürken namazı kaçırıyorsun"
Çinliler, bahçelerinde akıp giden suyun içine farklı şekillerde taşlar yerleştirerek su sesini akustik bir hale getirirlermiş. Böylece akan suyun çıkardığı ses gürültüden melodiye dönüşürmüş. Kişisel fikrim herkesin kendine şu soruyu sorması ve dürüstçe cevaplaması: Zamanı akışına mı bırakmalıyım, ya da içine yerleştirdiğim taşlarla sesini dinlenir hale mi getirmeliyim? "Bu sorunun cevabında neden dürüstlük arıyorsun. Elbette ikinci seçenek" dediğinizi duyar gibiyim. Fakat bu, zamansızlık göstergecinde bozuk akrebin üstünde duran insanları, yelkovana davet etmekten başka birşey değil. Asıl beceri saati tamir edebilmek...
Çinliler, bahçelerinde akıp giden suyun içine farklı şekillerde taşlar yerleştirerek su sesini akustik bir hale getirirlermiş. Böylece akan suyun çıkardığı ses gürültüden melodiye dönüşürmüş. Kişisel fikrim herkesin kendine şu soruyu sorması ve dürüstçe cevaplaması: Zamanı akışına mı bırakmalıyım, ya da içine yerleştirdiğim taşlarla sesini dinlenir hale mi getirmeliyim? "Bu sorunun cevabında neden dürüstlük arıyorsun. Elbette ikinci seçenek" dediğinizi duyar gibiyim. Fakat bu, zamansızlık göstergecinde bozuk akrebin üstünde duran insanları, yelkovana davet etmekten başka birşey değil. Asıl beceri saati tamir edebilmek...
"iki cami arasında kalan beynamaz gibisin, hangi camiye gitsem diye düşünürken namazı kaçırıyorsun" bu görüşünü ömer arkadaşımızdan etkilenerek ürettiğini düşünüyorum...zira kendisini tanımlayan bir ifade...genel olarak yazın çok etkileyici
YanıtlaSil